BOZKIRIN ORTASINDA YAPAYALNIZ BİR CUMHURİYET ‘’UĞURLAMA’’

 


Çoğu defa haberlerde duymuşuzdur, zaman kapsülü şu kadar yıl sonra açılacak… Yazılan mektuplar onlarca yıl sonra okunacak… Geleceğe mektup… Zaman kapsülüne yazılan mektuplar sahiplerine verilmek üzere toprağa gömüldü… Vesaire, vesaire… Bir gün Atatürk’ün devrimleri tam manasıyla gerçek olursa, ülkemiz aklın önderliğinde yeni bir güneş gibi parlamışsa, zübüklerin sesinin kesildiği, emeğin değerinin bilindiği, herkesin insan haklarından yararlanması ülküsünden taviz verilmeyen bir ülke olmuşsa okunsun bu mektubum, tabi azıcık kıymet-i harbiyesi kalmışsa…

Cumhuriyetimiz 100 yaşında, ama fikren değil yalnız bedenen yüz yaşında… Tıp dünyasında beyin ölümü, koma ve bitkisel hayat kavramları sık sık karıştırılır. Halk arasında neredeyse aynı anlamlara gelen kavramları biraz açmak istiyorum. Hayati işlevlerimizin en önemlisi olan solunum ve dolaşım sistemimiz beyinsapı kontrolü altındadır. Solunum ve dolaşım sistemimiz, bitkisel hayat ve koma durumunda hala beyinsapının kontrolünde olup beynin denetimi altındadır oysaki beyin ölümü gerçekleşmişse bu tıbbi olarak ölümü ifade eder artık kontrol beyinden çıkmıştır, beynin fonksiyonu olmamasına rağmen solunum ve dolaşım ne kadar süreceğini bilemediğimiz bir zaman dilimi içerisinde yaşamsal destek ile takviye edilir.

İşte bizim bozkırın ortasında kurduğumuz cumhuriyetimiz tüm bu kavramlarla içli dışlı olmuş vaziyette 100 yaşına erişmek üzere. Üstelik hasta ve yorgun cumhuriyetimizin çok az refakatçisi kalmış vaziyette.

İnsanlık tarihiyle yaşıt, yaşadığımız bu topraklarda hiçbir zaman tam anlamıyla mutlu mesut bir dönem geçirildi diyebileceğimiz net bir zaman dilimi yok. Ne var ki insanlık tarihiyle yaşıt olan bu topraklarda insan olmaya gelen bizlerin bu kadar uzun sürede insanlıktan bu kadar uzak olabilmesi de ilginç.

Bu coğrafyadaki son devletimizin kaderi ise diğerlerinden keskin bir sınırla ayrılıyor bir varoluş mücadelesi ayrıca gerçek bir destan barındırıyor içinde.

***

Çok suçluyuz ve hiç güçlü değiliz

Seni anlatamadık seni

Bu dağlara, bayırlara bu uyuyakalmış insanlara

Yüksek dağlarda açan çiçeklere

Senin fikirlerini anlatamadık

Köşedönücülerin zapt ettiği ülkemizde

Beyni sulanmışların safsatalarından sıyrılamadık

Muasır medeniyetleri asla yakalayamadık

Saçmalıkların daniskasının ülkesi oluverdik

Sense hepsinden habersiz

Mükemmel eserin, cumhuriyetin kalbinde

Kapadın gözlerini devrimlerinin güneşinde

Muammer Sun’un mükemmel bestesi Bozkırın Sesi’ni açtım. Tüylerim diken diken oldu, yüzüncü yılında hepimizin gözleri önünde upuzun bir kortejle uğurlanıyor Cumhuriyet…

Gözlerim yaşla dolu, bozkırı yeşerten cumhuriyetimiz, bizi insan kılan, birey yapan, düşünme hürriyeti veren, tebaa olmaktan, kul olmaktan ve hatta ümmet olmaktan kurtaran güzel cumhuriyetimiz uğurlanıyor.

Kimi süslü sözleriyle eşlik ediyor bu vedaya, kimi sessizce boynunu bükmüş, kimi didinmekten yorulmuş; o güzel devrimleri ipek mendile sarmış cebine koymuş, kimi kabullenememiş demir parmaklıklarının ardını boylamış, kimi ise her şeyden habersiz kutlu olsun, mutlu olsun naralarıyla ortalıkta geziniyor.

Cumhuriyetimizin helvası kavruluyor, mızraklı ilmihale dolanmış yüksek sesli nutuklar yükseliyor hutbelerden, aklın yerini safsatalar almış, yüzler çöllere dönülmüş, o kalkınma hamleleri o ardı ardına açılan fabrikalar elimizden çıkmış, yurdumuz aklına esenin toprağını çiğneyebildiği bir kara parçası olmuş, hüviyetimiz ise parasını bastıranın elde edebileceiği bir kağıt parçası.

Cumhuriyetimiz uğurlanıyor gözlerim yaşlı, Gazi’nin emanetini koruyamamışız kuşaklar boyu, böylece sürüp gitmiş yıllar boyunca ve en sonunda benim de boynumun borcu olmuş, hiçbir şey yapamamışım, korkmuşum ve oturmuşum. Mekteb-i Tıbbiye’nin duvarlarına bayrağımızı asanlardan hiç ders alamamışım, Gençliğe Hitabe’yi bir kez olsun sindirememişim. Bunları denemeye kalktığım vakit tıpkı orada yazıldığı gibi kendi güçlerimin ensemde boza pişirdiğini görmüşüm, sinmişim. Cumhuriyet yıkık dökük bir bina olmuş her katı harap bitap vaziyette ve fakat herkesin bir masası ve koltuğu var herkes onların derdinde. Binayı umursayan yok…

73 yıldır yarı sömürge olmuşuz, domates satarak kurduğumuz fabrikaları unutmuşuz, cephe ortasında yaptığımız ekonomi kongrelerini, eğitim planlamalarını es geçmişiz. Günden güne batının pazarı olmuşuz. Devrimlerimizi çeşitli iktidarların verdiği tavizlere es geçmişiz. En hakiki mürşiti; doğrudan doğruya ilimi ve fenni kaybedeli yıllar olmuş.

Aydınlarımız halkın içinde örgütlenememiş, çabalayanı hapisleri boylamış. Oysaki halk bir zamanlar seviyesini kabul etmiş yüzünü yukarıya kaldırmış, bilgiye susamış, halkımıza yetişmemişiz. Bizden önce sermayesi din olanlar, ikiyüzlüler ve medeniyet düşmanları tüm köşebaşlarını kapmış. Demogojiyle serseme çevrilmiş halk, önce bilgi kaynakları körelmiş, sonra ellerindeki değersizleşmiş. Cehaleti eroin gibi zerk etmişiz tüm kılcal damarlarına neticede bağımlısı olmuş, başı sıkıştığında safsatalara koşmuş. Büyük planlara, süslü nutuklara, uydurmalara kanar olmuş. Kendisini bu kuyudan çekip çıkarmak isteyene ise düşman olmuş. İşini gördüren, gününü kurtaran alkışlanmış, yarınları düşünen ötelenmiş.

Asırlık çınar cumhuriyet alkışlarla uğurlanıyor… Bu upuzun korteje savaşlar, darbeler, toplumsal olaylar da eşlik ediyor. Hafızası balığa döndürülmüş ülkemizde hiç anımsanılmaması istenen o kadar çok olay var ki… Toplumsal hafızanın yıkılmasıyla istediği gibi at koşturanlar, azıcık dahi olsa aklını kullananlara cehennem etmiş bu güzelim ülkeyi. Oysaki cumhuriyetimiz bu günlere hiç de kolay gelmedi. Pamuklara sarmamız gerekirken karşıdevrimcilere kaptırdık, bunu dillerinden düşürmedikleri demokrasi naralarıyla yaptılar. Onlar içinde hiç kolay değildi…

Biz demokrasi, cumhuriyet, halkın egemenliği gibi kavramların uğruna kavga vermiş bir millet değiliz bunlar bize doğrudan doğruya Atatürk’ün hediyesi, cebimize katlanıp koyulmuş birer armağan hepsi. Eşinizin, dostunuzun herhangi bir zamanda herhangi bir yerden ne anlama geldiğini bilmediğiniz bir hediyeyi size takdim ettiğini düşünün, vitrinde yıllar boyu çürümeye terk ettiğiniz hediyeleri…

Güçler ayrılığının, hukukun üstünlüğünün, millet meclisinin, ordunun, hükümetin, milli ve manevi meselelerinin birbirinden ayrılmış keskin çizgileri bugün laçka olmuş vaziyette. Evet, cumhuriyet solunum cihazına bağlı, kimi reflekslere yanıt alınamıyor. Durum kritik... İlk defa böyle olduğu söylenemez ve fakat hiç böyle olduğu da söylenemez…

Demokrasi ve cumhuriyet kavramları birilerine kul olmaya bin yıldır alışmış insanlara çokça uzaktı ve hala da uzak. Bugün her ne kadar cumhuriyetin ilanı bir yasa değişikliği gibi gösterilmeye çalışsa da bu başlı başına bir devrim.

Aklı kullanmak, bilimi rehber edinmek, azınlığın hakkını koruyan egemenlik, karşılıklı hoşgörü ve daha böylece sürüp giden kavramlar… Birileri için demokrasi bir tramvaydan ibaret istenilen durağa gelindiğinde ise inilebilecek bir vasıta. Çok günah işleyen kimselerin ardısıra hayır işlerinde görüldüğünü biliyoruz. Siyasi arenada da demokrasi etiketi her cümlenin sonuna konularak tüm ayıpları örtüyor.

Oysaki geçtiğimiz yüzyılın başı kurtarıcısını beklemeyi alışkanlık haline getirmiş bizlere bir hediye geldi. Hala daha değerini bilmediğimiz, fikirlerine ideallerine asla ama asla yaklaşamadığımız, hep yanlış yönden baktığımız bir dahi…

İmparatorluğun dağılmasıyla birlikte cepheden cepheye asker gönderen hanelerin Mustafa Kemal Paşa’nın Samsun’a çıkmasıyla; çoğunluğu hazırız, buradayız diyerek büyük bir destekle Milli Mücadele’ye katıldığı söylenemez ve hatta Atatürk, her geçen gün daha fazla ve daha uzun methiyeler düzülen ‘’şanlı milletimiz’’ ile değil şanlı milletimize rağmen Kurtuluş Savaşı’nı kazandı diyebiliriz.

Bir elinde adına imzalanmış kurulması beklenen idam sehpası diğer elinde tabanca ile Samsun’dan İzmir’e uzanan yolculuğunda Mustafa Kemal Paşa, bu uyuyakalmış, milli bilincini unutmuş halkı nasıl toparladı? Bu bozkırı nasıl aştı? Bu koskoca devrimleri 15 yıla nasıl sığdırdı? Hayranlık duymamak elde değil ve fakat düşmanlık duyanlar azımsanacak düzeyi aşalı yıllar oldu.

Kutlu olsun dediğimizde maalesef Cumhuriyet kutlu olmuyor, en önemli savaşı cehaletle yapılan savaşı doğru dürüst sınava tabi tutmadık ve kazandığımızı zannettik. Oysaki bir şeyi ölçemiyorsak değerlendirme yapamıyoruz demektir.

Çok çok üzgünüm. Cumhuriyet bana göre Atatürk’ün bozkırın ortasına yazdığı bir destandı, aklınızı kullanın ve kendinizi kurtarmayı öğrenin diyen birinin öyküsüydü ve biz bu öyküyü en yanlış yerinden en olmadık yerlerine defalarca kez takılarak okuduk. Bazı kavramları ilahlaştıranlar yüzünden fikirlerini ulaşılamaz hale getirdik.

Bugün kurtarıcı beklemeyi hala sürdürüyoruz, cebimize konulmuş cumhuriyetin bilincinde olmadığımız için kaybettiğimizi ve uğurladığımızı da anlamıyoruz.

100. yıla yakışır hiçbir faaliyetimiz yok, olmasını da hak etmiyoruz savaşı kaybettik. Buna rağmen iş bu haftasonunu büyük Filistin meselesi işgal edecek. Karşıdevrimcilerin zaferinin bilmem kaçıncı yılındayız. Onlar bu topraklarda asılardır bulunduğumuzu, cumhuriyetin ilanının alelade bir olay olduğunu söylüyorlar. Ümmet davası onlar için her kavramdan üstün. Hala onurlu yurttaşların bayram kutlama çabası sürüyor, üzülerek katılıyorum ve çabalarını alkışlıyorum. Belirtmek istiyorum ki bir çiftçinin tarlasını traktörüyle sürerek yaptığı Cumhuriyet 100 Yaşında! ifadesi tüm bu umutsuzluğum içinde beni kendime getiren yeniden gayret edebilme şansı veren tek eser. Bu eser inanın tüm bu laf salatalarına değer. Bu çiftçinin bu topraklarda imal edilen traktörüyle kendi tohumumuzla ektiği başakları biçmesi ise gerçek cumhuriyet ülküsüydü. Kendi sofrasında kendi ekmeğini bölüp yemesi, suyunu kazanıp da içmesi yalnız şarkılarda kalmamalıydı.

Sözlerime üç değerli alıntıyla son veriyorum…

Mükemmel bir demokrat olan Haldun Taner şöyle yapıyor demokrasinin müthiş tanımını:

Demokrasi tolerans rejimidir. Başkalarını sabırla dinleme rejimidir. Alçakgönüllü olup hatalarını kabul etme rejimidir. Tartışmasız demokrasi olmaz. Tartışmaları gerçeğe varma yolu saymayıp bir onur düellosu sayan hışırlar gerçek demokrat olamazlar. Demokraside el pençe divan durup boyun kırmak yoktur. Dalkavukluk, evet efendimcilik, sepet efendimcilik, aynen keramet efendimcilik yoktur. Demokrasi zart zurta hiç gelemez. Bu budur, ben yaptım oldu sananların balonunu deler. Demokrasi kuru bir etiket değildir. Demokrasi bir düşünce tarzıdır, yaşam üslubudur. Hasılı demokrasi en güçlü rejimdir. Çünkü kültür ister olgunluk ister eğitim ister. Sade fikir özgürlüğü söz eşitliği yetmez o fikir ve sözlerde seviye de ister.

***

Liyakat kavramının örneklerinden İsmail Hakkı Tonguç ise şöyle diyor;

Demokrasinin iki çeşidi vardır.

Biri zor ve gerçek olanı, öbürü de kolayı, oyun olanı…

Topraksızı topraklandırmadan, işçinin durumunu sağlama bağlamadan, halkı esaslı bir eğitimden geçirmeden olmaz birincisi, köklü değişiklikler ister. Bu zor demokrasidir ama gerçek demokrasidir.

İkincisi kâğıt ve sandık demokrasisidir. Okuma yazma bilsin bilmesin; toprağı, işi olsun olmasın, demagojiyle serseme çevrilen halk, bir sandığa elindeki kâğıdı atar. Böylece kendi kendini yönetmiş sayılır. Bu oyundur, kolaydır.

Amerika bu demokrasiyi yayıyor işte. Biz demokrasinin kolayını seçtik, çok şeyler göreceğiz daha…

***

Yurdumun yakın geleceğini hiçbir alanda iyi, güzel ve parlak görmüyorum ve bu görüşümü yıllardan beri yazılarımda ve konuşmalarımda Türkiye insanına haber veriyorum ve vermekteyim. Bu davranışımdan dolayı beni karamsar bulanları artık gerçekleri görmeye çağırıyorum. Kapkaranlık bir bataklık içinde debelenip durmaktayız ve yönetimimizi ellerine bıraktığımız iyi niyetli aptallarla kötü niyetli alçaklar, bizi kuşatan karanlık balçığını hergün arttırmakta ve koyulaştırmaktadırlar.

Aziz Nesin 15 Şubat 1994

 

Yorumlar

Popüler Yayınlar