komik-i şehir kavukluya son mektup
ruhundan tramvay geçen adam ferhan şensoy
2020 ocağın son günü, imzada son sıradayım, son kez sarıldım
kavukluya, son kez sarıldığımı bilmeden, masada Münir Özkul’un gülerken ağlatan
soluğu. Ona bakıyor, gülüyor ustamdı diyor. Samsun’dan uçarak gelmişiz Münir
Özkul’un portresiyle… Hemşerime diye imzaladı bir de teşekkür notu yazdı,
Ferhantoloji’nin içine. Ses Tiyatrosu boşaldı boşalacak. Kolunda Münir Özkul’un
portresi, ağır ağır kalkıyor masadan. 2500 küsür kere oynadığı bir dünya rekoru
oyununun son temsillerinden biri olduğunu bilmeden, bir defa daha icra etmiş
olmanın haklı gururu içinde kulise doğru fuleli adımlarla ilerliyor. Ve
çıkıyorum Ses_1885’in kapısından.
***
2018’in son ayları, sabah bir deneme sınavı, akşam bir
deneme sınavı. Cumhur, başbakan ve her şeye bakanın emriyle zart diye
değişmişti ya üniversite sınavları. İşte böyle kaosmatik günlerde, Samsun’dan
Beyoğlu’na düşüyor iletimiz. Kavukluyu memleketine çağıran hafif de sitem
içeren bir davet bu. Yakın zamanda Samsun turnesi planı olmadığı tiyatro müdürü
tarafından iletiliyor bendenize. Bu dava burada kapansaydı şimdi bunları
yazamazdım sanırım. Ardından turne isteğimi yineliyorum, bu sefer kısa dönem
sessizlik.
Dershaneden gelmiştim, yorgun ve yarı uykuluydum. Kargocunun zile basmasıyla irkildim. Gönderen Ortaoyuncular lafından sonra bir akşam üstü uykusundan değil de sanırım yıllar süren uykumdan uyandım. Usta onu memleketine çağıran beni sessiz bırakmıyor, el yazısıyla doldurduğu pakete kitaplarından bir demet yapıyor. Hepsini adıma imzalayarak, kendi adında antetli kağıda bir güzel not yazıyor, onu da Haldun Taner Kabare’nin içine koyuyor. Evde tepiniyorum, evdekiler şaşkın. Masamda yerimi alıyorum, başlıyorum bir güzel okumaya. Denemeler umrumda değil. İkibinonsekiz can çekişmekte, ikibinondokuza üç var. Kazancı Yokuşu’nu okuyorum. Bütün karakterler eve doluşuyor. Güzel güzel okurken, kitabın devamını merak ederken hiç de beklemediğim bir sonla, dan diye bitiyor kitap. Ondan sonra anlıyorum ki hiç tahmin edilemeyenlerin, hiç beklenilmeyenlerin ustası şeref veriyor dünyama…
Zaman nasıl geçti hatırlamıyorum. Artık eski oyunlar izlenilmiş,
eksik kitapları tamamlama gayretine girişilmiş. Bu arada üniversite sınavına
iki ay var. Bir ilan, Ferhangi Şeyler – Turne Takvimi. Nisan’ın on altısı Canik
Kültür Merkezi… Üniversite sınavı mı?... O bekleyebilir…
Merhaba hemşehrilerim diye giriyor sahneye, bir özlemin
neticesi o akşam Samsun’da. Peki Samsun ustanın defalarca geldiği Samsun’mu?…
Atatürk Kültür Merkezi’nin yıkılacağı söyleniyor. Ferhangi Şeyler repliklerinin
duvarlarına yapıştığı Konak Sineması zaten yıkılmış. Gündeste’de bahsettiği
Mecidiye’den, Çiftlik’ten eser kalmamış. Çarşamba’da baba yadigarı evini
apartmanların arasında bulamamış. Ben olsam, ben de hatırladığım gibi kalsın
isterdim memleketim.
Oyun ayakta alkışlarla son buluyor. İmza’da öpüyorum elini, dünya gözüyle bir kavukluya sarılabilir miyim diyorum. Gönderdiği mektubu gösteriyorum. Bu ilk karşılaşmamız, gel sarılalım diyor gülerek, sarılıp elini öptükten sonra Şahları da Vururlar’ı ve bir sürü kitabını daha imzalıyor, vedalaşıyoruz. Yepyeni bir pencere açılıyor beynimde.
Sınav bitiyor, hem ustayı hem tıp fakültesini kazandığım o
meşhur dönem bitiyor. Yaz geliyor, sıkılmışız bok beyaz okul kitaplarından
başka kitaplar okumanın derdindeyiz. Şuan kitaplığımın en üst rafında bulunan
Ortaoyuncular Yayınları’nın yirmi küsür kitabı Türkiye’nin çeşitli sahaflarından,
baskısı olanlar Ortoayuncular Tiyatrosu’ndan temin ediliyor. Bir uzun yaz
içinden Ferhan Şensoy geçen…
İşte o yaz her zamanki gibi Alaçam’da değildim. Bir düş yolculuğuna
çıktım çok uzun geceler, lüks mevki trende, tren arkadaşım Ferhan Şensoy.
Önceleri Haldun Taner’i tanıdım. Türk tiyatrosunun can damarı, kes yapıştırın
mucidi saydambantlayan Haldun Taner’i. Her akşam bir demet gülle tiyatroların
kulislerini ziyaret eden güller dağıtan ustanın hocası Haldun Taner. Bir demet
çiçeğini de bizim eve bıraktı. Devamında Mektebi Sultani’den, gözünde şişe dibi
gözlükler olan Tahir Alangu’yu tanıdım. Bazılarını daha yakından tanıdım, Sait
Faik’i, Turgut Uyar’ı.
Ne vizemiz vardı, ne pasaportumuz. Geçtik sınırı. Boris Vian
sınır kapısında, atladık arabasına. Caz dinliyoruz, hafif zurna gayet gizlice
az biraz caz tükürüyoruz mezarlara. Uzun zamandır bekliyormuş bizi zaten. İlk
durağımız Samuel Beckett, bir rönesans yaşanıyor beynimin içinde. Usta onlarla
daha iyi konuşuyor benim atladığım kelimeler var ayrıca fransızcam yok. Gogol
görünüyor akabinde Diderot, ve çılgın Karl Valentin. Çadır tiyatrosunda bir
garip yönetmen Jerome Savary. Orası senin burası kimin derken atlıyoruz
okyanusları, çok yunusları, Kanada’dayız. Bu sefer Nazım Hikmet’te bulunuyor
bizimle. Daha bir seviyorlar bizi. Şu Gogol Delisi…
Bitmeyecek bu yolculuk derken Çarşamba’ya çok benzeyen
içinden ırmak akan Strazborg’a uğruyoruz. Hasret giderip dönüyoruz ülkeye.
Ustanın kafasında bir düş var onu gerçek kılmak istiyor. Ona Kanada’da gel
vatandaşımız ol, al bu binayı senin tiyatron olsun diyorlar. Vizelerin en
alasını veriyorlar. Reddediyor, ben Çarşamba’ya turist olarak gidemem diyerek. İşte
burada daha bir şekilleniyor macera. Açlık ve sefalet günleri başlıyor, o Fransa’dan
gelen çocuk olarak tanınıyor ülkede. TRT’ye kimi skeçler yazıyor, kimi
tiyatrolara oyunlar yazıyor. Haldun Taner’den icazet alarak farklı tiyatrolarda
çalışıyor. Devekuşu Kabare’de skeçleri oynanıyor. Ayfer Feray’la Anadolu’yu
tanıyor. Ben de gece gündüz hareket halindeyim onunla. Bazen turne minibüsünü
kullanıyorum. Bazen ağlayan çocuk oluyorum. Bazen Papirüs’te kendi halinde
oturan biri. Gel zaman git zaman yeni kişiler tanıyorum. Mesela malulen emekli,
ani zararsız şizofren, denizci astsubay, nevi şahsına münhasır benzersiz çok
acayip bir oyuncu olan Özcan Özgür’ü. Bir gece Özcan Özgür çorbacıdan
sandalyeyi kapıyor. Soluğu Taksim Meydanı’ndaki Atatürk Heykeli’nde alıyor.
Mustafa Bey yıllarca ayakta durdunuz buyurun oturun diyor… Çok efendi adam
Özcan… Derken Baykal Kent çıkıyor karşımıza sürekli avans istiyor. Zil zurna
dolaşıyor ortalıkta, en olmadık yerde sızıp kalıyor…
Usta artık başka tiyatrolara oyun vermekten bıkmış, kendi
tiyatrosunu kurmanın derdinde. Şahları da Vururlar’ı yazmış. Divan pastanesinde
onu büyük bir sabırla dinleyen Hocası Haldun Taner’e beğendiriyor oyununu, onun
mükemmel perde finaliyle akıyor ustanın gözyaşları. Elmadağ’ı sel alıyor.
Gondolla dönüyor Teşvikiye’ye…
Bir yeni çağ başlıyor tiyatroda. Önceleri izbe, yapı endüstri merkezinde. Ayfer Feray’ın sular içinde kalmış spotları alınarak oynanıyor Şahları Da Vururlar. Gişecileri dahi yok daha fenası gişe yok. Tarık Pabuççuoğlu’nun kestiği panolardan gişe uyduruluyor, dönüşümlü olarak gişeci oluyor oyuncular. Ve Kenterler üzerinden Muhsin Ertuğrul’un emaneti Küçük Sahne’ye taşınıyor, çok tutan bu oyun beş yıl boyunca aralıksız beş yüz seksen altı temsiliyle…
İçinden Tramvay Geçen Şarkı |
Ferhangi Şeyler |
Münir Özkul-Ferhan Şensoy-Erol Günaydın Soyut Padişah oyunu öncesi Ses_1885 kulisi |
İstanbul'u Satıyorum oyun afişi fotoğrafı Soldan sağa Ferhan Şensoy-Baykal Kent-Rasim Öztekin-Erol Günaydın-Münir Özkul |
Usta ödüllere doymazken bu defa soyut soyut çok soyut bir padişah olarak çıkıyor karşımıza. Soyut Padişah oyununun temsilleri sürerken bitmez sanılan şeyler bitiyor, dolmaz denilen günler doluyor. Karış karış gezdiği Anadolu’dan getirdiği paralarla onarıyor bir eski tiyatroyu, baştan ve usulüne uygun olarak. Ustalarla birlikte geçiyorlar Küçük Sahne’den sokağın karşısına. Ses_1885’e. Tramvay caddenin ortasından öylece akıp giderken hem de. Soyut Padişah, ustalara saygının nirvanası. Tüm bu anlattığım oyunların oynandığı dönemde otuz küsür tiyatro birden perde açıyor Beyoğlu’nda. Kimi oyunlar pazartesi hariç her gün oynanıyor, üstelik çarşamba, cuma ve pazar günleri matine suare. İstiklal Caddesi henüz arap yarımadası değil. Şık hanımlar, şık beyefendiler. Ellerinde biletler, teker teker açılıyor perdeler. O günlerden bu günlere tam bir karanlık çöküyor Beyoğlu’na. Öyle birdenbire sayın sayın gelişmiyor tüm bu olanlar, teker teker kapanıyor, kapatılıyor perdeler. Artık bu karanlığa karşı tek bir aydınlık meşale kaldı Ortaoyuncular Ses_1885. Direniyor inatla, ustanın doğrultusunda.
Kavuk Devir Teslim Töreni - Küçük Sahne 1989 |
Zamansız, duraksız düş yolculuğum içinden, akıp gidiyor yaz
mevsimi. Tüm bu yolculuğun dip notlarını otuz üç yıl göğüsleyen Gündeste’ye
arkadaş Gecedeste çıkıyor o yılın sonu. Haydi İbrahim, haydi müteferrika derken
mücellit son veriyor bu aşkın ızdırabına. Bazı boşlukları dolduruyoruz yeni
çıkan kitaplarla.
Hipokrat’ın önlüğünü dolaba koyup Gogol’ün paltosunu giydiğim ocak ayının son haftası, uçup gidiyorum İstanbul’a. Karla karışık yağmur yağıyor Taksim’de. Tüm bu karanlığına rağmen parlıyor caddeden Ferhangi Şeyler afişi. En ön sıranın üç numaralı koltuğunda, soluksuz bir izleme içerisindeyim. Doktorla arasında geçen içki-sigara panelinde kahkahalar attırıyor bizlere. Her zamanki gibi en sevdiğimiz ana haber bültenine başlıyor. Orkinos Hanım’dan iyice bunalmış, bakkalın her geçen gün daha da aptallaşan yeni çırağını eğitmekten bıkmış. Onun artık kimselere verecek selamı da kalmamış. Bir ozan yaşamını sürdürüp gidiyor Beyoğlu’nda. Haftanın üç günü uğruyor, tüm bu gürültüden bıkmış. Zeus’un Geriş dağına çıkmış. Aklında ne varsa başarmış, hiç keşkesi olmayan tertemiz başı dik bir yaşam sürmüş. Kimselerin adamı olmadığı için her dönem mutlaka birilerini kızdırmış. Ustalarını hep el üstünde tutmuş, dönemin imkansızlıklarını yenip görülmemiş prodüksiyonlu oyunlar çıkarmış. Satış rekorları kıran kitaplar yazmış.
Samsun’a dönünce ustanın doğum gününde naçizane bir hediyeyle mektup gönderdim. Mart ayında Ortaoyuncular’ın kırkıncı yılına özel sahneye koyulan Şahları da Vururlar için şans diledim. Çok geçmedi, Mart’ın ilk haftası zarif bir paket, mektubuma teşekkürlerle yeni kitapları… İşte benim mektup arkadaşım benden elli yaş büyük, çoğu oyuncunun, yazarın hayatına bir yerinde dokunmuş. Kimsenin yere göğe sığdıramadığı, herkesin hakkındaki anıları anlatmaya kıyamadığı, yıllarca haftanın sekiz günü sahnede olan bir ustaydı. Ben de bu okulun uzaklardan bir öğrencisi.
Gecedeste I Ferhan Şensoy/Ortaoyuncular Yayınları |
Kuliste Münir Özkul oturmadan oturmayan, aklımıza gelebilecek çoğu köşe-döndürücü teklifi reddetmiş yorgun matador Ferhan Şensoy, başlı başına bir başarı hikayesidir. Onun sırtlandığı, çökerken onardığı, erotik film sineması olmaktan kurtardığı tarihi Ses_1885’de bu başarının simgesidir. Kadife kaplı her bir koltuğunda ülkemizin ücra beldelerinin seyircileri oturur aslında.
Pandemi kararları Şahları da Vururlar’ın yıllar sonra 587. oyunla geri döneceği haftaya çattı. O hain mart ayı, Levent Ünsal’ın kaybı bir yıl sonraysa Rasim Öztekin… Ortaoyuncular perde kapattı. Ustanın 2000’lerde oynadığı Sahibinden Satılık Birinci El Ortaoyunu ile ortaya koyduğu görüş ufkuna yıllar sonra eriştik. Bir gün dışarıda hiç kimse görüldü. Derslerimiz, işlerimiz, görüşmelerimiz hepsi bilgisayar oldu. Ve Ortaoyuncular’ın arşivi aralandı. Restore edilmiş görüntülerle birbirinden güzel oyunlar yayınlanmaya başladı. Felek Bir Gün Salakken, Ferhangi Şeyler, Masal Müfettişi gibi oyunlar biletle satışı çıktı. Usta pandemi sürecinde de çok özlediği sahneye, özgün anonsuyla hepimizin evinde çok sevdiği alkışlarla çıktı.
Yıllarca aralıksız sahnede olan usta bir yılı aşkındır
Geriş’teki evinde kendi tabiriyle emeklilik provasındaydı. Alışık olmadığım bir
platformdayım diyerek Spotify’da soru-cevap podcastleri yayınladı. ‘’Geriş’in
Dağından Hepinize Merhaba’’ sanırım bir yıl içinden duyduğum en güzel cümleydi.
Yaşlılık ona göre çok uzak bir gelecekti ve haklıydı. Yapılacak tonla işi,
kitap eylenmemiş nice dosyaları vardı.
Kalemimin Sapını Gülle Donattım’da ifade ettiği gibi, labirent bir
delikanlı gönlü vardı içinde. İçine gömdükleri, içinde yitirdikleri, onu
kandırıp içine girmeden çıkanlarıyla. İçinde yoğun bir trafik, içi içini
denetleyemez bir durum. Elektromangal bir delikanlı gönlü işte… Bu çok dikenli
yolda, yolarken dikenleri ustalarını, öğrencilerini, özlemini çektiği ülkeyi,
anılarının gençliğinin o çok sevdiği Beyoğlu’sunu da kaybetti. Kayıpların en büyüğünü
yaşadı, bir güzel dostlarını, ustalarını anlatırken herkesin çekindiği bir imaj
veren görüntüsünün yerini gözleri dolan, sesi titreyen bir adama bırakırdı.
Ölümden hiç korkmadan, ölümün bilincinde olarak. Arkasında bir külliyat bıraktığının huzuru içinde, bu kitaplarında dostlarının üzerine kapanmış perdeyi de çekerek, Gezi direnişine sahip çıkmış ödeneği kesilmiş Ortaoyuncular Tiyatrosu’nu yıllar boyu yaşatarak, kavukluya padişah bile dokunamaz diyerek kavuklu olduğunun bilincinde yönetimi sağ, sol ayırt etmeksizin eleştirerek yaşadı.
Tüm bunların yanında kitapları bir evrendi. Üç kelimeyle
çevirdiğimiz dilin ne kadar zengin olduğunu gösterdi bize. Öyle şaşalı
cümlelerle methiyeler düzenlere nasıl yapıyorsunuz bunları, bu yaratıcılık bu
özgünlük nasıl diyenlere kıçımdan uyduruyorum, mütevazı yanıtını verdi.
Şimdi duvardan bir ses kimi zaman iyi akşamlar özür dilerim beklettim sizi diyor. Görünmez bir gül giriyor vazoya, başlıyor tiyatro. Bazen replikler havada uçuşuyor. Dostlukla kelimesini hiç kimsenin onun gibi dolduramayacağı anlaşılıyor. Hafif şizo durumlar baş gösteriyor. Ustasızlık ne acı, ustasızlık ne korkunç! Bütün bunların yanında Ferhan Şensoy’u anmak diye bir kavram kafamda canlanmıyor. Onu hiçbir yere gönderdiğimiz yok aslında, Pera’daki hayalet olarak dolaşıyor aramızda, aşık olduğumuz Ses_1885 Ortaoyuncular Tiyatrosu’nda. Ne zaman çevrilse bir kitabının sayfası, can buluyor tekrardan ve bu gidişle can verecek değil hiçbir zaman. Şanslıyız, bir kuyruklu yıldızdı geçerken gördük dünyamızdan.
Yani demem o ki dünya döndüğü sürece usta bir şeyler öğretmeye devam edecek bizlere. Usta yalnızca takvimlere göre bir yaz gününün son sabahı bizi öksüz bıraktı, kitaplığımdaki külliyatını öksüz bıraktı. Devamı nerede diye çıldırdığımız tamamlanmamış dosyalarını öksüz bıraktı. O da biliyordu bir gün attan düşeceğini, ‘’Yorgun Matador’’ çok sıkı bir örgüt olarak tanımladığı Ortaoyuncular’ı, Ses_1885’i bize bıraktı. Şimdi emanete sahip çıkma zamanı.
Ortaoyuncular |
bindin saten düşes kayığa
ben sandım ki atta gidiyorsun
meğer kim ol perşembe
bir mahzuni türküsüyle giriyorsun neşeli meyhaneye
çok özlemiş seni hoş geldin kurban diyor
münir, erol ağbiler hemen yanında rasim öztekin
uzaktan reverans veriyor haldun taner
bir tarafta kel hasan efendi öbür tarafta dümbüllü İsmail
uzaklarda jerome savary, bertolt brecht, boris vian
ve de manyak karl valentin
tekmili birden karşılıyorlar seni
mektebi sultaninin matrak çocuğu
inadını da götürüyorsun yanında
son kez geçerken ses_1885’in kapısından
tramvayın istiklal caddesinden bomboş geçtiği gün
çok çok özür dilerim beklettim sizi diyorsun
hızla taşınan tabutundan
attığın bütün güller iade ediliyor
kim görmüş bu kadar gülü bir tabutun başında
kavuklu fotoğrafın gülümsüyor
okkalı küfürlerini yemiş hiç kültürün bakanına
ne güzel adamdın sen ferhan şensoy
iğne atsan yere düşmez çok karanlık ruhunda
dövdün ak kağıdı daktiloyla
çarşafların altından tefler ziller çıktı
giydin ömer hayyam kostümünü girdin soldan
failatün failün failatün tiyatro
Yorumlar
Yorum Gönder